Bursa,
Türkiye’nin en güzel büyükşehirlerinden biri. Tarihî dokusuyla, yeşilliğiyle,
güzelliğiyle İstanbul’la yarışacak derecede özelliklere sahip. Osmanlı’nın ilk
başkenti olması nedeniyle cami, han, hamam gibi yapılarda Osmanlı mimarisini
yansıtıyor. Ayrıca ilk dönem Osmanlı padişahlarının türbeleri de burada
bulunmaktadır. Deniz görmek isterseniz Mudanya, Gemlik gibi ilçelerinde
Marmara’nın havasını koklayabilirsiniz. Trafikte ise yine İstanbul’la yarışıyor
tabi orası kadar kalabalık bir nüfusu yok. Bir hafta sonu Ankara artık üstüme
üstüme gelmeye başlayınca Bursa’ya kaçalım dedik. Hem de üniversiteden en yakın
arkadaşım Serra’yı ve de tatlı kızı Bengisu’yu çok özlemiştim. Minnoşumu en son
8 aylıkken görmüştüm şimdi ise 2 yaşına girmesine dört ay vardı. Kardeşlerimden
hatırladığım kadarıyla kız çocukları oyuncak bebek arabalarını çok seviyorlar
ben de öyle bir şey aldım Bengisu’ya. Kesinlikle doğru bir karar vermişim;
çünkü çok beğendi hediyesini kuzucum J
Ben de
arkadaşıma ilk defa denediğim cocostar kurabiye yapıp götürdüm.
Akşam da
Serra’nın yaptığı tatlıyla beraber yedik. Konuşacak o kadar çok şey vardı ki. Hele de konu bebek
olunca ve o benden daha tecrübeli olunca sorularım hiç bitmedi. Onu mu alayım
bunu mu alayım, bebek odasını nasıl yapayım, gelenlere hediye ne vereyim,
mevlidi nasıl yaptın…. Uzayıp giden sorular.
Ertesi gün
Bengisu’yu uyutup ve ananesine bırakıp, benim lavanta keselerim için kumaş
bakmaya gittik. Minik puantiyeli pembe-beyaz bir kumaş düşünüyordum ama yokmuş.
Biz de pötikareli aldık. Bir de Serra teyzesi kızıma nevresim takımı dikmek
için baykuşlu cici bir kumaş daha aldı.
Ulu caminin
etrafındaki dükkanlardan biri de bebettoydu. Oraya girince çok beğendiğim bu
kadife takımı almadan edemedim.
Nohut
battaniye, saç bandı, zıbın takımı da bunu izledi.
İnsan
hamileyken her aldığına uzun uzun bakmak istiyor J eve gelince de bir posta serdim
baktım. Sonra Misi köyü diye bir yere gittik. Derenin yanında hatta üstünde bir
çay bahçesi var. Hep hayal ettiğim şeydir ayaklarımı suya sokarken çay içmek..
fakat o gün iş makineleri vardı ve molozları dereye dökmüşler. Çok kötü olmuş L
Serranın eşi çalıştığı için bizimle
gelemedi ama çok iyi bir rehberimiz vardı. Yol boyunca bizi “şurdan,şurdan”
diyerek yönlendirdi J
orada çayımızı içtik
çiğ böreğimizi yedik.
Akşam,
Bursa’yı tam tepeden gören Hünkar Köşkü’ne gittik. Baya kalabalıktı, zar zor
yer bulduk.
Ertesi gün
(Pazar) kahvaltımızı yapıp yola çıktık. İznik Gölü’ne uğrayalım dedik. Ben
Bursa’da okuduğumdan annemlerle gitmiştik bir-iki kez fakat eşim hiç
görmemişti. Deniz gibi büyük bir göl. Ama yolumuzu çok uzattı İstanbul’a gitmiş
kadar olduk.
Bir sonraki
hafta aile dostumuzun düğünü için İstanbul’a gittik. Ali amca, babamın asker
arkadaşı; senelerdir bağlarını koparmamışlar, evlenmişler çoluk çocuğa
karışmışlar, o çocuklar büyümüş evlenmiş hatta onların da minik bebekleri
olmuş…. J böyle bir dostluk işte. Biz de Ali
amcanın üç numaralı çocuğu İbrahim’in düğün davetine icabet ettik. Cumartesi
sabahı uçakla gittik İstanbul’a.
Düğün akşam olduğundan o vakte kadar olan
zamanı gezerek değerlendirmek istedim. Gülhane Parkı’na gittik. Beltur’un
mekanında kahvaltımızı yaptık.
Parkı gezmeye
başladık. Gitmeden önce internetten yorumlara bakmıştım, orda parkın bakımsız
olduğundan bahsediyordu fakat bana göre çok güzeldi. Ankara’da ne yazık ki
böyle bir park bile yok L İstanbul belediyesi bu konuda çok iyi çalışıyor.
Parkın biraz
yukarısında tam seyirlik deniz manzaralı bir çay bahçesi var, biraz da orda
oturup kalktık.
İstikamet
Karaköy. Bir Güllüoğlu’na uğrayıp düğün evine doğru yola çıktık.
Düğün salonu,
yemekler çok güzeldi. Allah bir ömür mutlu mesut etsin inşallah İbrahim ve
Kübra’yı J darısı bekarların başına olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder